İnsanlar arasındaki bağ. Gözümün önünde göbek bağı gibi bir imaj oluşur düşününce. sağlam veya çürük, güçlü veya zayıf bir bağ...
Büyüdükçe yanlış bildiğimi fark ettiğim kurallardan biri bu...Gerçek, benim gözümün önüne gelen resim gibi olsaydı, insanların birbirine aynı güçte ve aynı sağlamlıkta bağlarla bağlı olmaları gerekirdi. Oysa ortada iki bağ var. Şu an durduğum yerden bakınca olaya, revize versiyonuyla şöyle bir imaj canlanıyor zihnimde: her insan diğerini elleriyle tutuyor: sıkı veya gevşek...Bazıları tek eliyle laf olsun diye, bazıları -hani derler ya dört elle sarılarak. Bazen bu orantısızlıktan daha beter bir yalancılıkla: iki elle ama olabildiğine gevşek...
İşte bu yüzden sımsıkı tutuğumuz insanların öylece gidebilmesine anlam veremiyoruz. Ama biz? Bağımız? diyoruz. Bağımız diye bir şey yok benim bağım ve senin bağın var. Acı çekmek istemezsen yapacağın şey orantılı bağ kurmak. Fakat içten olmak istersen... Acı çekmeyi göze alacaksın demektir. Çünkü hesapsızca bağlanırken insanlara onun seni ne kadar sıkı ne kadar gevşek tuttuğunu hissetmiyorsun bile... umuramıyorsun da. Ve işte bu yüzden ellerini gevşetmeyi düşüemeyeceğin kadar sıkı kavradığın kollar kolayca kayıp gidince ne kadar yorulduğunu farkediyorsun. İkinizin bağını tek başına üstlendiğin için, ikiniz adına sımsıkı tutmaya çalıştığın için ne kadar kasıldığını.. O ellerinle artk kimseyi kavrayamayacğını, bağ falan kuramayacağını.. falan filan...
Ne Olduysa Oldu...
7 Mart 2012 Çarşamba
29 Kasım 2011 Salı
donuk
Ağlamayacak kadar derim kalınlaşmamış dedim şimdi kendi kendime. Bu sırada tam olarak neye ağladığımı bilemiyordum. Düşündüm biraz, son zamanlarda ağlanmayıp rafa kaldırılan "ağlanacak şeyler" lisesini taradım. Hangisine ağlıyorum merak ettim, gerçekten. Ama listede bulamadım.
Bulsaydım, bir tanesi eksilmiş olacaktı sanırım. Bir tick atılacaktı yanına "ağlandı". Öyle hissettim... O zaman çıkacaktı listeden ve yükü kalkacaktı sanki.
O kadar kolay olmayabilir, hazırlıklı olsam iyi olur. Liste dediğim şey karışmış bir yün yumağı. İçinden cümleler seçiyorum. Ne kadar uzun, ne kadar kısa, ne kadar ağır bilmiyorum bile, yanına yaklaşamıyorum. Kendime kızıyorum son zamanlarda en çok. Yanlışlarım, döndürülemeyecek hatalarım, zaman kayıplarım ve körü körüne yaptığım her şeye kızıyorum. Başkalarından hesap sormak neye yarar? Kendinden sorduğun hesap kadar ilerlersin diyerek yükleniyorum. Umutlar giderek ortadan ayrılıyor, yol üzerinde sağda solda gördüğüm reklam panolarına dönüşüyor. "ilerlemek" anlamını kaybediyor..Nereye??
Şimdi durmak en kolayı..Sadece durmak. Bakmadan, görmeden, düşünmeden, silkinmeden. Olduğun yerde durmak. İlerlemeden, gelişmeden, en doğrusu ne, ne yapmalı demeden... Zaman durmuyor biliyorum. Zamana yetişmeye çalışırken de yol almamışım pek. Bırakıyorum. Kaya gibi dimdik durmamı sağlayan tüm silahlarımı yere bırakıyorum. Artık nereye olduğunu bilmeden yürümeyi reddediyorum.
Bulsaydım, bir tanesi eksilmiş olacaktı sanırım. Bir tick atılacaktı yanına "ağlandı". Öyle hissettim... O zaman çıkacaktı listeden ve yükü kalkacaktı sanki.
O kadar kolay olmayabilir, hazırlıklı olsam iyi olur. Liste dediğim şey karışmış bir yün yumağı. İçinden cümleler seçiyorum. Ne kadar uzun, ne kadar kısa, ne kadar ağır bilmiyorum bile, yanına yaklaşamıyorum. Kendime kızıyorum son zamanlarda en çok. Yanlışlarım, döndürülemeyecek hatalarım, zaman kayıplarım ve körü körüne yaptığım her şeye kızıyorum. Başkalarından hesap sormak neye yarar? Kendinden sorduğun hesap kadar ilerlersin diyerek yükleniyorum. Umutlar giderek ortadan ayrılıyor, yol üzerinde sağda solda gördüğüm reklam panolarına dönüşüyor. "ilerlemek" anlamını kaybediyor..Nereye??
Şimdi durmak en kolayı..Sadece durmak. Bakmadan, görmeden, düşünmeden, silkinmeden. Olduğun yerde durmak. İlerlemeden, gelişmeden, en doğrusu ne, ne yapmalı demeden... Zaman durmuyor biliyorum. Zamana yetişmeye çalışırken de yol almamışım pek. Bırakıyorum. Kaya gibi dimdik durmamı sağlayan tüm silahlarımı yere bırakıyorum. Artık nereye olduğunu bilmeden yürümeyi reddediyorum.
22 Ekim 2011 Cumartesi
Olmuyor
Ben böyle hayal etmemiştim çocukken, öyle hatırlıyorum. Prenses masalları hayal etmiştim... hiç birşeyin kolay olmasını beklememiştim. Sadece değmesini istemiştim harcanan emeğe, sabra, zamana..
Diğer taraftan değersizliğim bastırmış ben farketmeden. Asla bir prenses olmadığım düşüncelerim ele geçirmiş hayallerimi galiba. Bunu hesaba katmamışım.
Şimdi üst üste ve durmadan prenses olmdığım hatırlatılıyor bana. Acıtıyor, bu son diyorum masallarıma sarılarak. sonraki rüya da nefessiz bırakıyor. Olmuyor...
Artık şarap istiyorum akşamları. Düşüncelerime sahip çıkamıyorum ve baş edemiyorum. haykırmam gereken insanlara ağzımı açasım yok...Ağzımdan çıkana kadar ben bıkıyorum hepsinden ve yutuyorum. Yuttuklarımın hepsi boğazımda, gülacağim zamanlarda batıyor, boğuyor...
Bazen yeni bir saçmalığa diyorm ki sen kimsin? ne kadarsın ki? ben neler gördüm... Git başımdan diyorum.
O gitmiyor, bir adım geri atıyor, onun yerine eski yükler biniyor omuzlarıa "ben neler gördüm yükleri.. Anlıyorum ki birini defederken diğerlerini çağırmışım ben. Veya hiç gitmemiş onlar. Hazırmış kendini hatılatmak için çünkü hiç sindirilmemiş...
Güzel günler bekliyordum herşeyden sonra..Umut ediyordum Kendimce hak ediyordum. Hayatın programı bizim biçtiğimiz gibi çalışmıyor.. Ve insan biraz olsun ders almıyor..
Diğer taraftan değersizliğim bastırmış ben farketmeden. Asla bir prenses olmadığım düşüncelerim ele geçirmiş hayallerimi galiba. Bunu hesaba katmamışım.
Şimdi üst üste ve durmadan prenses olmdığım hatırlatılıyor bana. Acıtıyor, bu son diyorum masallarıma sarılarak. sonraki rüya da nefessiz bırakıyor. Olmuyor...
Artık şarap istiyorum akşamları. Düşüncelerime sahip çıkamıyorum ve baş edemiyorum. haykırmam gereken insanlara ağzımı açasım yok...Ağzımdan çıkana kadar ben bıkıyorum hepsinden ve yutuyorum. Yuttuklarımın hepsi boğazımda, gülacağim zamanlarda batıyor, boğuyor...
Bazen yeni bir saçmalığa diyorm ki sen kimsin? ne kadarsın ki? ben neler gördüm... Git başımdan diyorum.
O gitmiyor, bir adım geri atıyor, onun yerine eski yükler biniyor omuzlarıa "ben neler gördüm yükleri.. Anlıyorum ki birini defederken diğerlerini çağırmışım ben. Veya hiç gitmemiş onlar. Hazırmış kendini hatılatmak için çünkü hiç sindirilmemiş...
Güzel günler bekliyordum herşeyden sonra..Umut ediyordum Kendimce hak ediyordum. Hayatın programı bizim biçtiğimiz gibi çalışmıyor.. Ve insan biraz olsun ders almıyor..
30 Eylül 2011 Cuma
Cuma: bu hafta ne yaptım?
Şu 7 gün içinde..
Çok düşündüm. ne istiyorum, ne istemiyorum diye. ne istediğime dair yeni şeyler bulamadım. ne istemediğimi daha iyi anladım.
Bana anlatılanlara inanmadığım için kendimi kötü hissettim. ben ne zaman bu kadar güvensiz, paranoid, iki yüzlü, dolaplar çeviren biri oldum ki şüphe duyduğum şeyleri dostumla paylaşırken onun yüzüne gülmeye devam edebiliyorum diye kendime kızdım. Sonra ona kızdım yine. ve güvenmemekte haklı olduğumu hatırlatmaya çalıştım kendime.
Birkaç gün gerçekten toplanıp memleketime dönebileceğime inanmaya çalıştım. Bunu heyecanla beklerken beni korkuttuğu gerçeğiyle yüzleştim. Hatta ne yapacağımı bilemedim. Zaten sonra bu olasılık şimdilik tekrar rafa kalktı.
İlk defa ona posta koydum. Git dedim ya, ben bu gelgitlerden bıktım, tümden git olsun bitsin dedim. Ve tümden yalnız kaldım. Yine de kafamdaki soru işaretleri ile boğuşmama gerek kalmadığını düşünerek biraz rahatladım.
Elimden adam gibi bi iş çıkmadı. mevcut bir yazıyı yeniden düzenlemek ancak bu kadar zor gelebilirdi. Hocanın "1 ay oldu" diye fırça çekeceği günü düşünmek de beni hiç gaza getirmedi. sanırım azmetmeye enerjim yoktu bu hafta. sadece en mecbur olduğum şeyleri yaptım. işe geldim, çalıştım, evimi temizledim. o kadar.
Bol bol da öfkelendim. Aklıma geldikçe küfür ettim. sahtekar yalancı pislik demekten hiç bıkmadım. Zihnime girip çıkan düşüncelere yok artık ya o kadar da yalancılık olur mu ya, olabilir valla oha be! gibi tepkiler verdim. Hiç oturup " ben bunu haketmedim" diye gözyaşı dökmedim. Zira eski camlar bardak olmuş içimde...keskinliğini ve can yakabilitesini yitirmiş, bunu anladım.
iyi de oldu. Gözle görünen bişey olmasa da benim için verimli bir haftaydı. önemli bir iş hallettim kendimle ilgili. Muhtemelen 4896. kez konuyu de çek giit diyerek kapatamayacağım bir facianın eşiğinden döndüm. pek kimse fark etmese de benim için önemliydi. Dönmek de, fark etmemiş olmaları da.. Bunun için şükrettim.
Hedefim: enerjimi daha gözle görülür faaliyetlere aktarabilmek, bundan sonra. Çünkü kendimi hiç de başarılı ve azimli hissetmiyorum bir süredir. var olan enerji miktarı sabitse benimkinin tamamı bir yalancıya inanmaya çalışırken, sonra da acı çekmemek için onun yalancı olduğuna inanmaya çalışırken sarf olup gidiyordu. yeterdi zaten, imdattı hatta. oh be!
Çok düşündüm. ne istiyorum, ne istemiyorum diye. ne istediğime dair yeni şeyler bulamadım. ne istemediğimi daha iyi anladım.
Bana anlatılanlara inanmadığım için kendimi kötü hissettim. ben ne zaman bu kadar güvensiz, paranoid, iki yüzlü, dolaplar çeviren biri oldum ki şüphe duyduğum şeyleri dostumla paylaşırken onun yüzüne gülmeye devam edebiliyorum diye kendime kızdım. Sonra ona kızdım yine. ve güvenmemekte haklı olduğumu hatırlatmaya çalıştım kendime.
Birkaç gün gerçekten toplanıp memleketime dönebileceğime inanmaya çalıştım. Bunu heyecanla beklerken beni korkuttuğu gerçeğiyle yüzleştim. Hatta ne yapacağımı bilemedim. Zaten sonra bu olasılık şimdilik tekrar rafa kalktı.
İlk defa ona posta koydum. Git dedim ya, ben bu gelgitlerden bıktım, tümden git olsun bitsin dedim. Ve tümden yalnız kaldım. Yine de kafamdaki soru işaretleri ile boğuşmama gerek kalmadığını düşünerek biraz rahatladım.
Elimden adam gibi bi iş çıkmadı. mevcut bir yazıyı yeniden düzenlemek ancak bu kadar zor gelebilirdi. Hocanın "1 ay oldu" diye fırça çekeceği günü düşünmek de beni hiç gaza getirmedi. sanırım azmetmeye enerjim yoktu bu hafta. sadece en mecbur olduğum şeyleri yaptım. işe geldim, çalıştım, evimi temizledim. o kadar.
Bol bol da öfkelendim. Aklıma geldikçe küfür ettim. sahtekar yalancı pislik demekten hiç bıkmadım. Zihnime girip çıkan düşüncelere yok artık ya o kadar da yalancılık olur mu ya, olabilir valla oha be! gibi tepkiler verdim. Hiç oturup " ben bunu haketmedim" diye gözyaşı dökmedim. Zira eski camlar bardak olmuş içimde...keskinliğini ve can yakabilitesini yitirmiş, bunu anladım.
iyi de oldu. Gözle görünen bişey olmasa da benim için verimli bir haftaydı. önemli bir iş hallettim kendimle ilgili. Muhtemelen 4896. kez konuyu de çek giit diyerek kapatamayacağım bir facianın eşiğinden döndüm. pek kimse fark etmese de benim için önemliydi. Dönmek de, fark etmemiş olmaları da.. Bunun için şükrettim.
Hedefim: enerjimi daha gözle görülür faaliyetlere aktarabilmek, bundan sonra. Çünkü kendimi hiç de başarılı ve azimli hissetmiyorum bir süredir. var olan enerji miktarı sabitse benimkinin tamamı bir yalancıya inanmaya çalışırken, sonra da acı çekmemek için onun yalancı olduğuna inanmaya çalışırken sarf olup gidiyordu. yeterdi zaten, imdattı hatta. oh be!
17 Ağustos 2011 Çarşamba
Figür A
Sanki parçaları doğru yerden birbirine tuttursan tastamam olacak gibi duruyor, yeni gibi.. O kesiklerin nasıl zarar verdiği hiç görünmeyecek gibi..
Öyle değil tabii ki.
Ben de kendimi kandırmaya gerek yok diye düşündüm.
Ortadan ikiye ayrılıp tekrar bütün olmak diye bir şey yok. "Yapışmak" var. "Tutunmak" var, "tutturulmak" var.
Peki ihtiyacımız olan bu mu?
Ne zaman bu kadarına razı olduk, değerimiz ne zaman bu kadar düştü??
Kesilirken kaybolan küçük parçaların nereye gittiğini kimse görmez. Görse de artık yerine koyamaz. Ve o iki parça artık hep iki parçadır, bütün olmak için yetersiz ve eksik. Alışkanlık kadar, hırs kadar, korku kadar güçlü yapıştırıcılar bile onu tek parça gösteremez artık.
Kendimi kandırmayacağım. Kalbimin yarısını onda kaldı diyemeyecek kadar öfkeliyim evet. Verdiğim gibi geri aldım. Aradan sıyrılıp kopan parçaları ise tam olarak hangi noktada bıraktım bilmiyorum. Güven gibi mesela.. Güven olmadan bir ilişki yürür mü? İnat edersen evet. Ama işte ancak bu kadar (bkz. figür A)
Öyle değil tabii ki.
Ben de kendimi kandırmaya gerek yok diye düşündüm.
Ortadan ikiye ayrılıp tekrar bütün olmak diye bir şey yok. "Yapışmak" var. "Tutunmak" var, "tutturulmak" var.
Peki ihtiyacımız olan bu mu?
Ne zaman bu kadarına razı olduk, değerimiz ne zaman bu kadar düştü??
Kesilirken kaybolan küçük parçaların nereye gittiğini kimse görmez. Görse de artık yerine koyamaz. Ve o iki parça artık hep iki parçadır, bütün olmak için yetersiz ve eksik. Alışkanlık kadar, hırs kadar, korku kadar güçlü yapıştırıcılar bile onu tek parça gösteremez artık.
Kendimi kandırmayacağım. Kalbimin yarısını onda kaldı diyemeyecek kadar öfkeliyim evet. Verdiğim gibi geri aldım. Aradan sıyrılıp kopan parçaları ise tam olarak hangi noktada bıraktım bilmiyorum. Güven gibi mesela.. Güven olmadan bir ilişki yürür mü? İnat edersen evet. Ama işte ancak bu kadar (bkz. figür A)
12 Temmuz 2011 Salı
evil rules
Bu hayatta kötülük hükmeder arkadaşım. iyilik yap iyilik bul, zırva. Kötüler hükmeder. Yalancılar, dolandırıcılar, her türlü tacir, istismarcı, maddiyatçı, kindar olan hükmeder. kötüler iyilerin omuzları üzerinde yükselir. Ve tabii ki iyiler ezilir aşağıda. Ve bunu gelecek güzel günlerin ön ödemesi gibi görür. Salak gibi... Polyannadan beri hepimiz zeka özürlüyüz. Bazen ben kötü müyüm acaba ki iki yakam bir araya gelmez, işim yolunda gitmez diye düşünürken buluyorum kendimi. Sonra diyorum ki bu kadar adalet beklerken kötü olmam mümkün değil. Kötülerin adalete ihtiyacı yoktur. Beklenen adalet gelmez. Geç gelen adaletin de adalet sayılmadığından hala haberi yok sanırım. Kim görürüse söylesin, boşuna zahmet etmesin.
Niye gelmeyecek adaleti bekler, omuzlarımızda ağzımıza sıçanları taşırız? Beceriksiz olduğumuzdan. Bi de hayatın ara sıra ağzımıza çaldığı 1/4 çay kaşığı bal sebebiyle. Öyle çocuk gibi kanarız. Zaten polyanna kadar zeka özürlü olduğumuzu söylemiştim, doğaldır. Hayat bize der ki: Al sana mis gibi bal. Merak etme daha çook var. Zamanı gelince hepsini alacaksın, bugünlük bu kadar. Periyodik olarak şöyle ayda bir falan aldığımız çeyrek ölçü bizim bal küpüne ulaşacağımız günü sabırla beklememiz ve vurana diğer yanağımızı uzatmamız için yeterli olur.
Bu arada yukarıda hava nasıldır? Bilmiyorum hiç yukarıda olmadım. Görünen o ki yukarıda neler olursa olsun, Ne çeyrek ölçü bala, ne gelmeyen adalete ihtiyaç yoktur. Orada herkes kendine güvenir. Başkalarına değil. Dolayısıyla orada hayal kırıklığı yoktur. Kimsenin güveni boşa çıkmaz. Ne kadar mutlu olduklarını bilmiyorum. Ama en azından daha havadardır yukarısı, daha az eziyetlidir, kimse omuzuna basmadığı için. Onu biliyorum işte..
Niye gelmeyecek adaleti bekler, omuzlarımızda ağzımıza sıçanları taşırız? Beceriksiz olduğumuzdan. Bi de hayatın ara sıra ağzımıza çaldığı 1/4 çay kaşığı bal sebebiyle. Öyle çocuk gibi kanarız. Zaten polyanna kadar zeka özürlü olduğumuzu söylemiştim, doğaldır. Hayat bize der ki: Al sana mis gibi bal. Merak etme daha çook var. Zamanı gelince hepsini alacaksın, bugünlük bu kadar. Periyodik olarak şöyle ayda bir falan aldığımız çeyrek ölçü bizim bal küpüne ulaşacağımız günü sabırla beklememiz ve vurana diğer yanağımızı uzatmamız için yeterli olur.
Bu arada yukarıda hava nasıldır? Bilmiyorum hiç yukarıda olmadım. Görünen o ki yukarıda neler olursa olsun, Ne çeyrek ölçü bala, ne gelmeyen adalete ihtiyaç yoktur. Orada herkes kendine güvenir. Başkalarına değil. Dolayısıyla orada hayal kırıklığı yoktur. Kimsenin güveni boşa çıkmaz. Ne kadar mutlu olduklarını bilmiyorum. Ama en azından daha havadardır yukarısı, daha az eziyetlidir, kimse omuzuna basmadığı için. Onu biliyorum işte..
22 Nisan 2011 Cuma
bağlar..
Ben böyleyim, hep böyleydim.. Bağlar.. Karşımdaki insanın hayalimdeki imajı.. Neredeyse asla değişmiyor. Ne olursa olsun ben yine güneşli bir öğleden sonra elele yürürken hissettiğim huzuru anımsıyorum. Hep güzel günleri.. Ve beni parmak uçlarımdan yakaladığı anda tutuyorum. Mecbur gibi, çünkü öyle bi his ki araftayken hayata dönüyorum..
İşte böyle uzun bir kıtlıktan sonra ağzıma çalınan bir parmak bal bana herşeyi unutturuyor. Çünkü ben inandığım şeyin gerçeğin kendisi olduğunu görmek istiyorum. "Kısa bir ara, bir aksama sadece.. Ama herşey bildiğim gibi işte.." ve bunun için inat ediyorum. İnat ettiğim için de bilmiyorum, gerçek ne?